Vesveselerden sorumlu muyuz?
Aklımıza şu soru gelebilir: Vesvese kötü bir şey olduğuna göre, kalbimize gelen vesveselerden acaba hesaba çekilecek miyiz?
Bu soruyu doğru cevaplayabilmek için bir iş gerçekleşmeden önce kalpte cereyan eden dört aşamadan söz etmek gerekir: Bunlardan ilki kalbe bir hâtırın gelmesi, bir sözün, düşüncenin kalpte harekete geçmesidir. İkincisi buna karşılık bir meyil olması, heyecan duyup, rağbet edilmesidir. Üçüncüsü, kalbin bu işi yapma üzerine hükmetmesi, son kararını vermesidir. Dördüncüsü ise azmetmek, ameli hayata geçirmek için kalben niyet etmektir.
Kalbin ilk iki hali olan hâtır ile meyil irade dışı meydana geldikleri için bir sorumluluğa yol açmazlar. Sevgili Peygamberimiz’in: “Allah Tealâ ümmetimi, hatırlarına gelen şeyleri yapmadıkları veya konuşmadıkları sürece o şey yüzünden hesaba çekmeyecektir.” (Buharî) hadisi buna delildir.
Gelelim karar ve azmetmeye... Bunların her ikisi de kasıtlı ve isteyerek meydana geldikleri için mesuliyet gerektirir. Cenab-ı Hakk’ın: “Allah sizi, kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Fakat kasıtlı yaptığınız yeminleriniz yüzünden sizi sorumlu tutar.” (Maide, 89) ayeti ile Efendimiz s.a.v.’in “İnsanlar niyetleri üzere haşrolurlar.” (İbn Mace) hadisi buna delil gösterilebilir.
Fakat her şeye rağmen Allah’ın merhameti galiptir ve bir kalp, kötülükte karar kılıp, bu kötülüğü yapmaya azmettiği zaman bile melekler kulun o kötülükten dönme ihtimalini göz önünde bulundurarak hemen günah yazmazlar. Bu süre içerisinde insan Allah’tan korkup kötülükten vazgeçerse kendisine bir sevap yazılır.
Buharî ve Müslim Hazretlerinin rivayet ettiğine göre, Allah Tealâ meleklerine şöyle emreder: “Kulum kötü bir amel yapmaya karar verdiği zaman, onu yapmadıkça yazmayın. Şayet o günahı işlerse ona bir günah yazın. Eğer kulum o ameli yapmayı benim rızam için terk ederse, ona bir sevap yazın. Şayet iyilik yaparsa en az on misli olmak üzere, yedi yüz misline kadar ona sevap yazın.”
Vesveseden kimler etkilenir?
Vesvese ancak şeytanı dost edinen kimseleri etkiler. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de şöyle dile getirilmiştir: “Şeytanın nüfuzu, ancak onu dost edinenlere ve Allah’a ortak koşanlaradır.” (Nahl, 100)
Şeytanın salih kullar üzerinde hiçbir etkisi bulunmamaktadır. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurur: “Benim gerçek kullarım (var ya), senin onlar üzerinde hiçbir hakimiyetin yoktur.” (İsra, 65). Diğer yandan, iman edip Rablerine tevekkül eden kimselerin, kalplerine gelen vesveselerden etkilenmedikleri şöyle haber verilir: “İman edip Rablerine tevekkül edenler üzerinde şeytanın hiçbir nüfuzu yoktur.” (Nahl, 99)
Buradan anlaşılıyor ki, şeytanın vesvesesi ancak Rahman’ın yolunu terk edenleri, onu umursamayıp nefsini arkadaş edinenleri etkileyebilir. Cabir b. Ubeyd k.s. diyor ki: Alâ b. Ziyad’a içimdeki vesveseden şikayet ettim. Dedi ki: “Kalp, uğranılan bir ev gibidir. Bir şey varsa alır, yoksa bırakıp gider. Yani heva ve heves olmayan gönüle şeytan girmez.” (İhya, III/62)
Şeytanın vesveseleri de her insana göre farklıdır. Tıpkı bir düşmanın, her savaş için farklı stratejiler kullanması gibi... Bu vesveselerin belki de en tehlikeli olanı, şeytanın kalbe şüphe tohumları atıp inancı sarsmaya çalışmasıdır. Şeytan bu yöntemi, daha çok dini yeni yeni tanımaya başlayan veya kulaktan dolma bilgilerle yürümeye çabalayan insanlar üzerinde tatbik eder.
Eğer kişi kalbine gelen şüphe karşısında sıkı durur da Alah Tealâ’nın izniyle def etmeyi başarırsa, bu defa küfür veya edep dışı sayılacak düşünceleri akla getirmeye çalışır. Öyle ki insan, “keşke ölseydim de aklıma böyle şeyler gelmeseydi” der. Sonra, aklından geçen o şeyden dolayı çok büyük günaha girdiğini zannederek inanılmaz derecede üzülür.
Şeytanın istediği de budur: Onu telaşlandırıp dinden çıkmakla korkutmak... Çünkü kişi dinden çıktığına inandığında: “Zaten ben mahvolmuş biriyim, artık günah işlesem ne olur, işlemesem ne olur” ruh hâlini yaşayacaktır. Halbuki böyle durumlarda endişeye kapılmamak gerekir. Çünkü bu vesveseler insana ait değildir.
Aklımıza şu soru gelebilir: Vesvese kötü bir şey olduğuna göre, kalbimize gelen vesveselerden acaba hesaba çekilecek miyiz?
Bu soruyu doğru cevaplayabilmek için bir iş gerçekleşmeden önce kalpte cereyan eden dört aşamadan söz etmek gerekir: Bunlardan ilki kalbe bir hâtırın gelmesi, bir sözün, düşüncenin kalpte harekete geçmesidir. İkincisi buna karşılık bir meyil olması, heyecan duyup, rağbet edilmesidir. Üçüncüsü, kalbin bu işi yapma üzerine hükmetmesi, son kararını vermesidir. Dördüncüsü ise azmetmek, ameli hayata geçirmek için kalben niyet etmektir.
Kalbin ilk iki hali olan hâtır ile meyil irade dışı meydana geldikleri için bir sorumluluğa yol açmazlar. Sevgili Peygamberimiz’in: “Allah Tealâ ümmetimi, hatırlarına gelen şeyleri yapmadıkları veya konuşmadıkları sürece o şey yüzünden hesaba çekmeyecektir.” (Buharî) hadisi buna delildir.
Gelelim karar ve azmetmeye... Bunların her ikisi de kasıtlı ve isteyerek meydana geldikleri için mesuliyet gerektirir. Cenab-ı Hakk’ın: “Allah sizi, kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Fakat kasıtlı yaptığınız yeminleriniz yüzünden sizi sorumlu tutar.” (Maide, 89) ayeti ile Efendimiz s.a.v.’in “İnsanlar niyetleri üzere haşrolurlar.” (İbn Mace) hadisi buna delil gösterilebilir.
Fakat her şeye rağmen Allah’ın merhameti galiptir ve bir kalp, kötülükte karar kılıp, bu kötülüğü yapmaya azmettiği zaman bile melekler kulun o kötülükten dönme ihtimalini göz önünde bulundurarak hemen günah yazmazlar. Bu süre içerisinde insan Allah’tan korkup kötülükten vazgeçerse kendisine bir sevap yazılır.
Buharî ve Müslim Hazretlerinin rivayet ettiğine göre, Allah Tealâ meleklerine şöyle emreder: “Kulum kötü bir amel yapmaya karar verdiği zaman, onu yapmadıkça yazmayın. Şayet o günahı işlerse ona bir günah yazın. Eğer kulum o ameli yapmayı benim rızam için terk ederse, ona bir sevap yazın. Şayet iyilik yaparsa en az on misli olmak üzere, yedi yüz misline kadar ona sevap yazın.”
Vesveseden kimler etkilenir?
Vesvese ancak şeytanı dost edinen kimseleri etkiler. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de şöyle dile getirilmiştir: “Şeytanın nüfuzu, ancak onu dost edinenlere ve Allah’a ortak koşanlaradır.” (Nahl, 100)
Şeytanın salih kullar üzerinde hiçbir etkisi bulunmamaktadır. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurur: “Benim gerçek kullarım (var ya), senin onlar üzerinde hiçbir hakimiyetin yoktur.” (İsra, 65). Diğer yandan, iman edip Rablerine tevekkül eden kimselerin, kalplerine gelen vesveselerden etkilenmedikleri şöyle haber verilir: “İman edip Rablerine tevekkül edenler üzerinde şeytanın hiçbir nüfuzu yoktur.” (Nahl, 99)
Buradan anlaşılıyor ki, şeytanın vesvesesi ancak Rahman’ın yolunu terk edenleri, onu umursamayıp nefsini arkadaş edinenleri etkileyebilir. Cabir b. Ubeyd k.s. diyor ki: Alâ b. Ziyad’a içimdeki vesveseden şikayet ettim. Dedi ki: “Kalp, uğranılan bir ev gibidir. Bir şey varsa alır, yoksa bırakıp gider. Yani heva ve heves olmayan gönüle şeytan girmez.” (İhya, III/62)
Şeytanın vesveseleri de her insana göre farklıdır. Tıpkı bir düşmanın, her savaş için farklı stratejiler kullanması gibi... Bu vesveselerin belki de en tehlikeli olanı, şeytanın kalbe şüphe tohumları atıp inancı sarsmaya çalışmasıdır. Şeytan bu yöntemi, daha çok dini yeni yeni tanımaya başlayan veya kulaktan dolma bilgilerle yürümeye çabalayan insanlar üzerinde tatbik eder.
Eğer kişi kalbine gelen şüphe karşısında sıkı durur da Alah Tealâ’nın izniyle def etmeyi başarırsa, bu defa küfür veya edep dışı sayılacak düşünceleri akla getirmeye çalışır. Öyle ki insan, “keşke ölseydim de aklıma böyle şeyler gelmeseydi” der. Sonra, aklından geçen o şeyden dolayı çok büyük günaha girdiğini zannederek inanılmaz derecede üzülür.
Şeytanın istediği de budur: Onu telaşlandırıp dinden çıkmakla korkutmak... Çünkü kişi dinden çıktığına inandığında: “Zaten ben mahvolmuş biriyim, artık günah işlesem ne olur, işlemesem ne olur” ruh hâlini yaşayacaktır. Halbuki böyle durumlarda endişeye kapılmamak gerekir. Çünkü bu vesveseler insana ait değildir.