İnsan, ilişkileri içinde sürekli yeniden tanımlanan bir varlıktır; diğer insanlarla hiç ilişkisi olmayan bir insan düşünülemez. Başka bir deyişle, demokratik toplum yaratabilmek için, önce bireylerin günlük yaşamlarında, diğer kişilerin görüşlerine saygılı ve hoşgörülü olmayı öğrenmesi gerekir. Bu amaca yönelik yeni iletişim becerileri, hem bireyin hem de toplumun yaşamına zenginlik ve saygınlık getirir. Gönüller arasında köprü kurulmasına vesile olur. İnsan ilişkilerinin niteliği, o insanın yaşam kalitesini belirler. İletişim bilgi ve becerilerinin arkasında gönül zenginliği, sevgi, anlayış ve hoşgörü olmalıdır. Aksi halde her türlü iletişim becerisi, yalın ve anlamsız olmanın ötesine geçemez. Bilinçsiz bir temel üzerine kurulmuş zenginlik, dinamik gücünden yaralanılmayan bir çağlayana benzer. İnsan iletişimi, hem kafa hem gönül zenginliği ister: biri olmadan diğerinin etkinliği yoktur. Temel olarak: İlişkilerde pozitif olmak, olaylara iyi taraflarından bakmak etkili iletişimin temel noktasıdır. Bir satranç tahtası düşünün, nasıl ki her bir taşın hareketin diğer taşların ve oyunun bütününü etkileyecektir, unutmayın hayatta böyledir. İletişimin kolaylaşması, sahip olduklarımızı verebilmek ve paylaşabilmekten geçer. Fakat gerçek iletişim için vermenin daha yüksek seviyeli yolu, sahip olduğumuz için vermektir…
Özümüzün sonsuz olduğunu hissettiğimizde verirken fakirleşmediğimizi aksine ana kaynaktan beslenip daha da zenginleştiğimizi hissetmemek mümkün mü? Bir şeye şuurumuzda ‘sahip olursak’ onu neşe, mutluluk, canlılık ve vericilik olarak dışarıya yansıtmamız çok kolaylaşır. Eğer verme alışkanlığımız yoksa başlamanın en iyi yolu bir tür iyilik yapma ve verme programı tasarlamak ve bunu titizlikle uygulamaktır. Maddi gelirimiz yeterli düzeyde ise bunun bir kısmını düzenli olarak hayır işlerine kanalize ettiğimizde elde ettiğimiz kendimizi olumlama duygusunun yerini tutabilecek başka hiçbir duygu yoktur. Mutlu insanlar daha açık, daha rahat, daha verici ve yaşamla daha uyum içindedirler. Yaşam sanki onlar için bir aynadır. Sevgi ve anlayış dolu yüreklerinin her yere yansıdığı bir ayna…
Mutsuz insanlar ise pek açık değillerdir, sık sık gergin olurlar, içe dönüklüğe eğilimlidirler. Daha mutlu olmanın bir yolu yaşama kendinden bir şeyler katmayı yani vermeyi öğrenmektir. Yaşamın en olumlu ve doğal amacı, kaynaktan almayı ve yaşamın süreçlerine neşeyle katılarak kaynağa vermeyi öğrenmektir. Yaşama sevinci ve bereket, ‘özgürce akmak’ demektir. Ummanda çoğalmaktır. Ayrıca kendiliğimizden ve içimizden geldiği şekliyle şuurumuzdan, bilgimizden, sevgimizden verebilir, ilgimizle o olayı destekleyebiliriz. Her zaman maddi imkânlarımız verici yönümüzü geliştirmeye uygun olmayabilir. Ama her insanın diğerlerine verebileceği tek şey, ‘Gülümseme’ dir. Olumlamanın en açık, en sade, en net ifadesi. Sıradan sıcacık bir gülümseyiş hiç ummadığımız iyiliklere yol açıp bizi bir anda bir meleğe dönüştürebilir.
Toplum bireyleri tarafından hayalperestlik, gerçekçi olmamak ya da saflıkla suçlansak bile neye mal olursa olsun olumlu olmaya çalışmaktan vazgeçmemek aslında her insanın asli yaşam görevidir… Mevlana’nın “sen yalnız sen değilsin, sen her şeysin” dediği bilincin ortaya çıkması. Giderek yalnızlaştığımız dünyada bu perspektife ne çok ihtiyacımız var!
Özümüzün sonsuz olduğunu hissettiğimizde verirken fakirleşmediğimizi aksine ana kaynaktan beslenip daha da zenginleştiğimizi hissetmemek mümkün mü? Bir şeye şuurumuzda ‘sahip olursak’ onu neşe, mutluluk, canlılık ve vericilik olarak dışarıya yansıtmamız çok kolaylaşır. Eğer verme alışkanlığımız yoksa başlamanın en iyi yolu bir tür iyilik yapma ve verme programı tasarlamak ve bunu titizlikle uygulamaktır. Maddi gelirimiz yeterli düzeyde ise bunun bir kısmını düzenli olarak hayır işlerine kanalize ettiğimizde elde ettiğimiz kendimizi olumlama duygusunun yerini tutabilecek başka hiçbir duygu yoktur. Mutlu insanlar daha açık, daha rahat, daha verici ve yaşamla daha uyum içindedirler. Yaşam sanki onlar için bir aynadır. Sevgi ve anlayış dolu yüreklerinin her yere yansıdığı bir ayna…
Mutsuz insanlar ise pek açık değillerdir, sık sık gergin olurlar, içe dönüklüğe eğilimlidirler. Daha mutlu olmanın bir yolu yaşama kendinden bir şeyler katmayı yani vermeyi öğrenmektir. Yaşamın en olumlu ve doğal amacı, kaynaktan almayı ve yaşamın süreçlerine neşeyle katılarak kaynağa vermeyi öğrenmektir. Yaşama sevinci ve bereket, ‘özgürce akmak’ demektir. Ummanda çoğalmaktır. Ayrıca kendiliğimizden ve içimizden geldiği şekliyle şuurumuzdan, bilgimizden, sevgimizden verebilir, ilgimizle o olayı destekleyebiliriz. Her zaman maddi imkânlarımız verici yönümüzü geliştirmeye uygun olmayabilir. Ama her insanın diğerlerine verebileceği tek şey, ‘Gülümseme’ dir. Olumlamanın en açık, en sade, en net ifadesi. Sıradan sıcacık bir gülümseyiş hiç ummadığımız iyiliklere yol açıp bizi bir anda bir meleğe dönüştürebilir.
Toplum bireyleri tarafından hayalperestlik, gerçekçi olmamak ya da saflıkla suçlansak bile neye mal olursa olsun olumlu olmaya çalışmaktan vazgeçmemek aslında her insanın asli yaşam görevidir… Mevlana’nın “sen yalnız sen değilsin, sen her şeysin” dediği bilincin ortaya çıkması. Giderek yalnızlaştığımız dünyada bu perspektife ne çok ihtiyacımız var!