Kitap okuyamıyoruz, odaklanamıyoruz, üretkenliğimiz azalıyor. Biz tüm bunların nedenini kişisel yetersizlik sanıyoruz. Oysa bu bir tesadüf değil; bilinçli bir sistem tasarımı olabilir.
Bir saatlik boş zaman bulduğumuzda kitap okumak istiyoruz ama birkaç sayfa sonra dikkatimiz dağılıyor. Bir haber izlemek ya da uzun bir yazı okumak zor geliyor. Sosyal medyada bir gönderiye birkaç saniyeden fazla odaklanamıyoruz. Bazen bir filmi, bir diziyi bile baştan sona izleyemiyoruz. Ekranlar arasında gezinirken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Geriye yalnızca iç sıkıntısı ve bir türlü tamamlanamayan işler kalıyor. Ardından da kendimize yükleniyoruz: “Odaklanamıyorum, verimli değilim, dağınığım…”
AMA YA SUÇ SADECE BİZDE DEĞİLSE?
Uzmanlara göre bu yalnızca bireysel bir sorun değil. Bilinçli bir şekilde tasarlanmış, dikkat ekonomisinin merkezinde yer alan küresel bir sistemin parçasıyız. Zihinsel yorgunluk, konsantrasyon eksikliği ve verimsizlik şikayetlerinin arkasında çok daha derin bir gerçeklik var: Dikkatin sistematik biçimde çalınması.
DİKKAT BİR TİCARİ ÜRÜNE DÖNÜŞTÜ
Bugün dikkat yalnızca bireysel bir zihinsel beceri değil; ekonomik değeri olan bir metaya dönüşmüş durumda. Çünkü dikkatimiz, şirketlerin hedeflediği ve doğrudan gelir elde ettiği en önemli kaynaklardan biri haline geldi. Psikolog Ahmet Yılmaz, bu dönüşümün merkezinde algoritmaların yer aldığını söylüyor: “Algoritmayı oluşturan şirketlerin temel amacı, bu sistemden para kazanmak. Ve bunun için kullanıcıyı belirli bir kalıba sokmaya çalışıyorlar. Şöyle bir mesaj veriyorlar: ‘Sen benim belirlediğim algoritmaya uyacaksın. Eğer uymazsan seni öne çıkarmam, sana görünürlük sağlamam, para da kazandırmam.’” Yalnızca izleyici değil, içerik üreten herkes bu sistemin bir parçası haline geliyor. Görünürlük kazanmak, takipçi sayısını artırmak ya da gelir elde etmek isteyen herkes algoritmanın kurallarına boyun eğmek zorunda. Bu da beraberinde psikolojik olarak bağımlılık yaratan bir döngüyü getiriyor: “Takipçi ve beğeni aldığınızda beyindeki dopamin ödül merkezi aktifleşiyor. Yani her yeni beğeni ya da yorum, beyinde küçük bir haz dalgası oluşturuyor. Bu da kişiyi daha fazlasını istemeye yönlendiriyor.”
DİKKAT ÇALINIYOR, ZAMAN BUHARLAŞIYOR
Algoritmalar yalnızca neyi izleyeceğimize değil, nasıl düşüneceğimize, zamanı nasıl algılayacağımıza da karar veriyor. Sistem, farkında olmadan bizden yalnızca dikkatimizi değil, zamanımızı da alıyor. Üstelik bu süreç çoğu zaman suçluluk duygusuyla birlikte ilerliyor. Ahmet Yılmaz şöyle anlatıyor: “Mesela bir saatim var. Bu bir saatte bir şey yapmam gerekiyor. Ama ne oluyor? Telefon bildirimleri geliyor, başka bir şeye odaklanıyorum. Sonra o saat bitiyor ve diyorum ki: Ben hiçbir şey yapamadım. Kendimi verimsiz hissediyorum. Bu bende yetersizlik duygusu oluşturuyor. Suçluluk başlıyor.” Dikkatini toparlayamayan birey, zamanını da etkili kullanamıyor. Bu döngü zamanla depresyon, tükenmişlik ve kaygı bozukluklarına yol açıyor. Ve ironik biçimde, dikkatini çalan sistem, bu ruh halinden de yeniden besleniyor. Dikkat yalnızca sosyal medyada değil, gündelik hayatın her alanında paraya çevrilebilen bir değere dönüştü. Alışveriş merkezlerindeki yürüyüş yollarından sosyal medyada karşımıza çıkan içeriklere kadar her şey bu dikkat ekonomisinin bir parçası olarak tasarlanıyor. Amaç yalnızca gözümüzü değil, zihnimizi yakalamak. Yılmaz, dikkat çekmenin bugünün en büyük pazarlama aracı haline geldiğini vurguluyor: “Siz bir reklam izlediğinizde ‘çok dikkat çekici’ diyorsunuz. Ya da bir içerik için ‘çok dikkatimi çekti’ diyorsunuz. O da başarıya ulaşmış oluyor. Dikkatinizi üzerine çektiği anda kazanmaya başlıyor. Çünkü sizi ikna edip ürününü sattığı an doğrudan ciddi bir gelir elde ediyor.”
DÜŞÜNMEYİ UNUTAN BİR TOPLUM OLABİLİR MİYİZ?
Algoritmalar yalnızca dikkatimizi dağıtmıyor; düşünme biçimimizi de şekillendiriyor. Uzun metinleri okuyamamak, bir konuda derinleşememek ya da yüzeysel bilgiyle yetinmek artık sıradan hale gelmiş durumda.
Haber Merkezi
ABDULVAHİT GÜRASLAN