Sabır zaferin anahtarıdır. Yüce Allah’ın isimlerinden olan “es-Sabur”dan gereken payı Müslümanlar almalıdırlar. Bu payın üzerinde en üst seviyede tecelli ettiği kimseler peygamberlerdir. Kur’an sabır kavramına çok boyutlu açıklık getirmiştir. Amiyene anlayışı değiştirmiştir. Kur’an zaviyesinden bakarsak sabır tam bir direnç ahlakıdır. Sabrın bir direnç ahlakı olduğuna şu ayet delalet etmektedir: “Nice peygamberler vardı ki berâberlerinde birçok Rabbânî (Rabbe kulluk eden kimse)ler bulunduğu hâlde savaştı(lar). Bununla berâber Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşemediler ve zaafa düşmediler, hem (düşmanlarına) boyun eğmediler! Allah ise, sabredenleri sever.”[1] Allah yolunda başa gelenleri rıza ile karşılama olan sabır, kâfirler karşısında mücahede ederken sabitkadem olup cepheyi terk etmemektir. Konuyla ilgili ayet çok açıktır (Cephede Müslümanlar düşmanla karşılaştıklarında) ağızlarından dökülen söz, sadece şundan ibaretti: “Rabbimiz! Günahlarımızı ve vazifemizde, işlerimizde gösterdiğimiz taşkınlıkları bağışla; ayaklarımızı sabit kıl ve şu kâfirler topluluğuna karşı bize yardım ve zafer ihsan eyle!”[2] Ayeti dikkatli okursak cephede sebat etmenin önemine vurgu yapılmıştır ki sabrın bir yönünün tanımıdır. Sabır ile cephe arasındaki ilişkiye bakarsak sabır, kâfirler karşısında şamar oğlanı olmamaktır diyebiliriz.
Sabır, aklın ve şeriatın gerektirdiği şey üzerine nefsi tutmaktır. Eğer bu durum yani, nefsi tutma eylemi bir musibet sebebiyle olursa sabır, savaşta olursa şecaat/kahramanlıktır.[3] Ayrıca sabır, şu anlamlara da gelir; başa gelen musibetlerin acısından dolayı Allah’tan (c.c.) başkasına şikâyetçi olmamak,[4]sızlanmamak, kendine acındırmamaktır.[5] Duygu ve arzuları kontrol altında tutmak, acelecilik, şaşkınlık, ümitsizlik ve aç gözlülükten sakınmak, soğukkanlı olmak, düşünceli kararlara varmak, tehlike ve zorluk anlarında dayanıklılık göstermek, en aşırı kışkırtma anlarında bile yanlış adım atmamak, çok büyük belalarla karşılaşıldığında ve çok kötü bir durumda olunduğunda dâhi kontrolü kaybetmemek; görünürde yardımcı olan bir araçla, amaca gecikmeksizin hemen ulaşmak için sabırsızlıkla acele bir davranışta bulunmamak, dünyevi kazanç ve faydalar elde etmeye veya nefsin eğilimlerine kendini kaptırmamaktır.[6]Tasavvufta bir makam olarak kabul edilen sabır, ariflerin dilinde de değişik anlamlara gelmektedir. İbrahim el-Havvas sabrı şu şekilde tanımlar: “Kitap ve sünnetin hükümleri üzerine sebat etmektir.”[7]
İzutsu ise sabrı şöyle tarif etmektedir: “İtidali muhafaza, kolayca vazgeçmeme ya da tahammül gösterme demek olan sabır, şecaatin bir kısmı veya daha doğrusu onun zaruri bir ögesidir. Kur’an-ı Kerim’in odak kavramlarından biri olan “sabır”, yaklaşık olarak 90’dan fazla ayette geçmektedir. Kur’an-ı Kerim’de çeşitli biçimlerde ele alınan bu temel kavram, insanımızın zihninde bir anlam kaymasına uğratılmıştır. Sabır, peygamberlerin ve onların takipçilerinin temel vasıflarından biridir. Hz. Peygamber (s.a.v.), arkadaşlarını daimi bir sabır eğitiminden geçirmiş ve onlara; yoldaki eziyetlere aldırmadan hep ileriye bakmayı öğretmiştir. Hz. Peygamber’inöğretmiş olduğu bu direnç fıkhı daha sonra, güç olmuş, hicret olmuş, cihad olmuş ve devlet olmuştur. Çünkü sabrı olmayan ümmetler devlete giden yolda hedefe varamazlar. Onun için, Lokman (a.) oğluna daha küçükken sabır ahlakını vermiştir.
Sabır, aklın ve şeriatın gerektirdiği şey üzerine nefsi tutmaktır. Eğer bu durum yani, nefsi tutma eylemi bir musibet sebebiyle olursa sabır, savaşta olursa şecaat/kahramanlıktır.[3] Ayrıca sabır, şu anlamlara da gelir; başa gelen musibetlerin acısından dolayı Allah’tan (c.c.) başkasına şikâyetçi olmamak,[4]sızlanmamak, kendine acındırmamaktır.[5] Duygu ve arzuları kontrol altında tutmak, acelecilik, şaşkınlık, ümitsizlik ve aç gözlülükten sakınmak, soğukkanlı olmak, düşünceli kararlara varmak, tehlike ve zorluk anlarında dayanıklılık göstermek, en aşırı kışkırtma anlarında bile yanlış adım atmamak, çok büyük belalarla karşılaşıldığında ve çok kötü bir durumda olunduğunda dâhi kontrolü kaybetmemek; görünürde yardımcı olan bir araçla, amaca gecikmeksizin hemen ulaşmak için sabırsızlıkla acele bir davranışta bulunmamak, dünyevi kazanç ve faydalar elde etmeye veya nefsin eğilimlerine kendini kaptırmamaktır.[6]Tasavvufta bir makam olarak kabul edilen sabır, ariflerin dilinde de değişik anlamlara gelmektedir. İbrahim el-Havvas sabrı şu şekilde tanımlar: “Kitap ve sünnetin hükümleri üzerine sebat etmektir.”[7]
İzutsu ise sabrı şöyle tarif etmektedir: “İtidali muhafaza, kolayca vazgeçmeme ya da tahammül gösterme demek olan sabır, şecaatin bir kısmı veya daha doğrusu onun zaruri bir ögesidir. Kur’an-ı Kerim’in odak kavramlarından biri olan “sabır”, yaklaşık olarak 90’dan fazla ayette geçmektedir. Kur’an-ı Kerim’de çeşitli biçimlerde ele alınan bu temel kavram, insanımızın zihninde bir anlam kaymasına uğratılmıştır. Sabır, peygamberlerin ve onların takipçilerinin temel vasıflarından biridir. Hz. Peygamber (s.a.v.), arkadaşlarını daimi bir sabır eğitiminden geçirmiş ve onlara; yoldaki eziyetlere aldırmadan hep ileriye bakmayı öğretmiştir. Hz. Peygamber’inöğretmiş olduğu bu direnç fıkhı daha sonra, güç olmuş, hicret olmuş, cihad olmuş ve devlet olmuştur. Çünkü sabrı olmayan ümmetler devlete giden yolda hedefe varamazlar. Onun için, Lokman (a.) oğluna daha küçükken sabır ahlakını vermiştir.