Orhan Gazi’nin adaleti o kadar büyüktür ki, yaptığı her işin ilahi hükümlere uygun olmasına büyük bir özen gösterir; zülüm ve haksızlığa asla fırsat vermez, haksızlık yapan görevlilere ceza vermekten çekinmezdi. İnanıyordu ki haksızlık yapan memurların hesabı ahrette padişah olarak mutlaka O’ndan sorulacaktır.
Çünkü yönetici, mahiyetindeki memurlardan sorumludur. Orhan Gazi, bir gün emrindeki görevlilere bahşiş dağıtırken, birkaç delikli altın ve birkaç delikli akçeye rastlayınca derhal Defterdar’ı huzuruna çağırtarak: “ Bu delikli altın ve akçe nedir?” diye sorar. Padişah’ın gazabından korkan Defterdar: “ Padişah’ım, öşür ve Cizrelerden hasıl olan maldan alındı.” Cevabını verince Orhan Gazi: “ Hayır, Bunlar Re’ayanın çocuklarının başından, ipekle takılmış altınlardan alınmıştır.” diyerek işin aslını araştırmış, tahmini doğru çıkmış ve bu delikli altın ve akçelerin halktan haksız yere alındığını tespit edince Defterdarı hırsızlıktan yargılamış ve en ağır şekilde cezalandırmıştır. Orhan Gazi’nin Devlette uyguladığı vergi adaleti, oğlu I. Murat Bey’in zamanında da aynen devam ettirilmiştir. Sultan Murad-ı Hüdavendigar bir gün Vezir’ini ve Defterdar’ını hesaba çektiğinde gelir fazlalığının sebebini sorunca: “ Padişah’ım, bu kadar akçe tahsil edildi, bu kadarı halka dağıtıldı, kalan kısmı isterseniz hazinede dursun.” deyince: “ Geçen senelerde olmayan bu fazlalık, Defterdar’ın halka zulmettiğini gösterir.” diyerek vezirini ve defterdar’ını hemen görevlerinden azletmiştir. Bir gün Şeyhülislam Yahya Efendi yolda giderken yolunun üzerine çıkan iki papaz atının yularını tutarak O’nu durdurur ve papazlardan biri: “ Yahya Efendi, sizin dininizde ölmüş kimselerden vergi almak var mıdır?” diye sorunca Yahya Efendi: “ Hayır, bizim dinimizde böyle bir şey yoktur.” diye cevap verince papaz: “ Ama sizin padişahınız bizim ölülerimizden bile cizye alıyor, bu nasıl oluyor?” Bu konuşma üzerine Şeyhülislam Yahya Efendi, Trabzon’dan Süt Kardeşi olan Kanuni Sultan Süleyman’a ağır kelimeler kullanarak bir mektup yazarak gönderir, mektupta “ Oturduğun o taht sana haram olsun, başına geçsin, zulmün ölülere bile ulaşmış da haberimiz yok. Bu yaptığın zulüm nedir? Derhal o tahtı terk et.” Mektubu okuyan Sultan Süleyman derhal atına biner ve Beşiktaş’taki Dergah’a gelerek Yahya Efendi’ye hitaben: “ Hayırdır ağabey, ne suç işlemişim acaba?” deyince Şeyhülislam Yahya Efendi papazların şikayetini anlatır ve bunun üzerine Padişah olayı araştırır ve son beş yıldan beri kayıtların yenilenmediğini öğrenince yeniden kayıt yaptırır ve alınan fazla vergileri ölenlerin ailelerine ödettirir ve kendilerinden helallik ister. Hatanın düzeltilmesinden sonra kendisini tekrar ziyarete gelen Sultan Süleyman’a Yahya efendi’nin sözü tüm yöneticilere ibret olacak cinstendir. Yahya Efendi, Padişah’a: “ Sen bir Cihan Sultanısın, bunun gereğini hakkıyla yerine getir.” Bir devlet adalet denilen temeller üzerine inşa edilir, millet adaletle yönetilir, adalet ortadan kalkarsa devlet de ortadan kalkar. Vergi adaletini sağlamayan bir devlet, vergi barışını da toplumsal barışı da sağlayamaz. Zira “ Adalet mülkün Temelidir.” Mülk, vatandır, millettir ve devlettir. Şeyh Edebali’nin Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazi’ye verdiği öğüt Türk Devleti’nin temel taşıdır.
Çünkü yönetici, mahiyetindeki memurlardan sorumludur. Orhan Gazi, bir gün emrindeki görevlilere bahşiş dağıtırken, birkaç delikli altın ve birkaç delikli akçeye rastlayınca derhal Defterdar’ı huzuruna çağırtarak: “ Bu delikli altın ve akçe nedir?” diye sorar. Padişah’ın gazabından korkan Defterdar: “ Padişah’ım, öşür ve Cizrelerden hasıl olan maldan alındı.” Cevabını verince Orhan Gazi: “ Hayır, Bunlar Re’ayanın çocuklarının başından, ipekle takılmış altınlardan alınmıştır.” diyerek işin aslını araştırmış, tahmini doğru çıkmış ve bu delikli altın ve akçelerin halktan haksız yere alındığını tespit edince Defterdarı hırsızlıktan yargılamış ve en ağır şekilde cezalandırmıştır. Orhan Gazi’nin Devlette uyguladığı vergi adaleti, oğlu I. Murat Bey’in zamanında da aynen devam ettirilmiştir. Sultan Murad-ı Hüdavendigar bir gün Vezir’ini ve Defterdar’ını hesaba çektiğinde gelir fazlalığının sebebini sorunca: “ Padişah’ım, bu kadar akçe tahsil edildi, bu kadarı halka dağıtıldı, kalan kısmı isterseniz hazinede dursun.” deyince: “ Geçen senelerde olmayan bu fazlalık, Defterdar’ın halka zulmettiğini gösterir.” diyerek vezirini ve defterdar’ını hemen görevlerinden azletmiştir. Bir gün Şeyhülislam Yahya Efendi yolda giderken yolunun üzerine çıkan iki papaz atının yularını tutarak O’nu durdurur ve papazlardan biri: “ Yahya Efendi, sizin dininizde ölmüş kimselerden vergi almak var mıdır?” diye sorunca Yahya Efendi: “ Hayır, bizim dinimizde böyle bir şey yoktur.” diye cevap verince papaz: “ Ama sizin padişahınız bizim ölülerimizden bile cizye alıyor, bu nasıl oluyor?” Bu konuşma üzerine Şeyhülislam Yahya Efendi, Trabzon’dan Süt Kardeşi olan Kanuni Sultan Süleyman’a ağır kelimeler kullanarak bir mektup yazarak gönderir, mektupta “ Oturduğun o taht sana haram olsun, başına geçsin, zulmün ölülere bile ulaşmış da haberimiz yok. Bu yaptığın zulüm nedir? Derhal o tahtı terk et.” Mektubu okuyan Sultan Süleyman derhal atına biner ve Beşiktaş’taki Dergah’a gelerek Yahya Efendi’ye hitaben: “ Hayırdır ağabey, ne suç işlemişim acaba?” deyince Şeyhülislam Yahya Efendi papazların şikayetini anlatır ve bunun üzerine Padişah olayı araştırır ve son beş yıldan beri kayıtların yenilenmediğini öğrenince yeniden kayıt yaptırır ve alınan fazla vergileri ölenlerin ailelerine ödettirir ve kendilerinden helallik ister. Hatanın düzeltilmesinden sonra kendisini tekrar ziyarete gelen Sultan Süleyman’a Yahya efendi’nin sözü tüm yöneticilere ibret olacak cinstendir. Yahya Efendi, Padişah’a: “ Sen bir Cihan Sultanısın, bunun gereğini hakkıyla yerine getir.” Bir devlet adalet denilen temeller üzerine inşa edilir, millet adaletle yönetilir, adalet ortadan kalkarsa devlet de ortadan kalkar. Vergi adaletini sağlamayan bir devlet, vergi barışını da toplumsal barışı da sağlayamaz. Zira “ Adalet mülkün Temelidir.” Mülk, vatandır, millettir ve devlettir. Şeyh Edebali’nin Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazi’ye verdiği öğüt Türk Devleti’nin temel taşıdır.