TARİHİ ANEKTOD
Kendisiyle bizim ilgimiz ise, babamın dedesi Sivas, Kangal Müftüsü merhum Mehmet Emin Efendi (v. 1954) sayesinde olmuştur. Kendisi, küçük yaşlarda iken Emin Efendi'nin talebelerindendi. Büyük dedemizin öğrencisi olduğu cihetle bizim aileye özel ilgisi vardı. “Hocamın emanetisiniz” diyerek ilgi gösterirdi. Aileden ilimle uğraşan her birimize özel iltifat eder, Müftü Emin Efendi’yle olan anılarını anlatırdı.
Yeri gelmişken rahmet vesilesi olmasını umarak kendisiyle ilgili yaşadığım bir anekdotu paylaşmak isterim;
1995 yılında el-Ezher Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun olarak İstanbul’a geldiğimde kendisini ziyaret ettim. Her ilim talebesiyle görüşmeye memnun olduğu gibi bizi de memnuniyetle karşıladı ve “Ne güzel, dedeniz Emin Efendi’nin ruhu mesut oluyordur. İlmin iki düşmanı vardır; siyaset ve ticaret, sakın bunlara bulaşma! Sadece ilimle uğraş. O işleri başkaları yapsın” demişti.
Allah'ın takdiri ki, biz de hocamızın bu nasihatlerini aksi yönde almış gibi olduk. Kendimizi önce aile işlerinde ticaretin merkezinde, daha sonra da yoğun aktif siyasi faaliyetler içerisinde bulduk.
Ancak sonraki dönemlerde tekrar yüksek lisansa başladığımı duyunca çok sevindi. Tez konumu sordu, “İnsan-âlem ilişkileri” dediğimde, “Ne demekmiş ilişki! Bırak şu çağdaş kelimeleri, akademik çalışma yapacağız diye dini oyuncağa çeviriyorlar” dedi.
Ben de “teshir ayeti” (Allah, her şeyi sizin emrinize kıldı. İbrahim suresi,32. ayetin) tefsiri deyince “Hah ne güzel bu” demişti.
BİR İLİM DERYASIYDI
Fatih Camii geleneğine uygun olarak, Şifa-i Şerif hadis derslerine çok önem verirdi. 30-40 yıl boyunca da devam etti. Son anına kadar da aksatmadı. Sağlığının bozulmasına rağmen cemaati hiç terk etmedi. Mütevazi kişiliğinden hiç taviz vermedi.
Öğrenciliği adeta bağımlılık yapardı. Talebeleri 20-30 yıl derslerine devam etmişlerdir.
Ömrünün son dönemlerinde yolda yürümede güçlük çekmesine rağmen, Fatih Camii boyacı kapısının hemen yakınındaki evinden camiye kadar koluna birileri girerek yürür ya da arabayla mutlaka camiye, cemaate ve ilim meclisine devam ederdi.
Hoca Efendi’yi camiden çıkıp evine gidinceye kadar kolundan tutan kişilerden biri olmak ne büyük lütuf ne büyük bahtiyarlıktır. Bunu da tarihe not düşelim.
Ziyaretine gelen her yaş ve meslek grubundan insana ısrarla İslami ilimler tahsil etmesini tavsiye ederdi.
Kendi aile fertlerinden bile ilahiyat dışı alanlarda -çok ileri düzeyde eğitim görmüş olsalar bile- üzülerek ifadede bulunur ve “keşke İslami ilimler tahsil etselerdi” diye hayıflanmadan kendini alamazdı.
İlim adamlarında görülen İlmiye sınıfı ile Sufiye sınıfı ayrımının yani tarikat ilim meşrebindeki o keskin çizgiyi en hafife indirmiş ve şahsiyetinde her ikisini mecz etmiş birisiydi. Sofi meşrep insanlara hürmet eder ama kendisi ilim yolunda aslında her iki usulü de birleştiren bir hayatı tercih ederdi.
Öğrencilerine bir yandan gerçek anlamda medrese usulü ilim tahsil etmelerini telkin eder, bir yandan da “O, doktora, tez falan dedikleri şey neyse gidin onları da alın. Sözünüzün her yere tesirli olması için onların da yan cebinizde durması lazım” derdi. Pek çok öğrencisinin günümüz akademi dünyasındaki konumu onun bu tavsiyesinin etkisini göstermektedir.
Emin Saraç Hoca belli dönemlerde ilahiyat camiasında yaygın olan modernizm yaklaşımlarına da adeta ateş püskürür ve derdi ki “Akademisyen demek, “akdem-isyan” isyanın, isyankârın önde gideni ve “akîm-isyân” demektir. Soyu kesik isyankâr Maazallah bu hocalar okuyor okuyor da öğrendikleriyle sadece isyankârlıkları artıyor” derdi.
DÜNYAYA AÇILAN BİR ALİMDİ
Rahmetli Erbakan Hoca ile de gençlik çağlarında birlikte öğrencilik yapmışlardı. Aralarındaki münasebet uzun yıllar devam etmişti. Gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında defalarca görüşmüşler, İslam dünyası ile Türkiye’nin irtibatı için beraber gayret sarf etmişlerdir.
Kendisine milletvekilliği, bakanlık, müdürlük gibi siyasi ve resmî teklifler gelmişse de bunların hiçbirini kabul etmemiş, ayrıca siyasetle aktif ilgilenmemesine rağmen Fazilet’in kapatılma dönemindeki Milli Görüş Hareketi’nin bölünmemesi için en fazla gayret eden âlim olmuştur. Deyim yerindeyse kendini parçaladı, ne çare ki başaramadı.
Hayatı ilme adanmış bir şahsiyet olarak Hoca Efendi kolay kolay cemiyet işlerinde bulunmaz, o işleri “ehline” bırakırdı. Ancak İslam âleminden gelen heyetlerle görüşme bu tavrında istisna idi. Özellikle ESAM’ın her yıl geleneksel olarak düzenlediği “Uluslararası Müslüman Topluluklar Birliği Kongresi’ne” aksatmadan katılırdı. İslam âleminin değişik ülkelerinden gelen insanlarla birebir görüşür, başka ülkelerdeki ilmi faaliyetlere ilişkin bilgi almaktan memnuniyet duyardı. Allah kendisinin yetişmesinde emeği olanlara ve kendisine rahmet eylesin.
Kendisiyle bizim ilgimiz ise, babamın dedesi Sivas, Kangal Müftüsü merhum Mehmet Emin Efendi (v. 1954) sayesinde olmuştur. Kendisi, küçük yaşlarda iken Emin Efendi'nin talebelerindendi. Büyük dedemizin öğrencisi olduğu cihetle bizim aileye özel ilgisi vardı. “Hocamın emanetisiniz” diyerek ilgi gösterirdi. Aileden ilimle uğraşan her birimize özel iltifat eder, Müftü Emin Efendi’yle olan anılarını anlatırdı.
Yeri gelmişken rahmet vesilesi olmasını umarak kendisiyle ilgili yaşadığım bir anekdotu paylaşmak isterim;
1995 yılında el-Ezher Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun olarak İstanbul’a geldiğimde kendisini ziyaret ettim. Her ilim talebesiyle görüşmeye memnun olduğu gibi bizi de memnuniyetle karşıladı ve “Ne güzel, dedeniz Emin Efendi’nin ruhu mesut oluyordur. İlmin iki düşmanı vardır; siyaset ve ticaret, sakın bunlara bulaşma! Sadece ilimle uğraş. O işleri başkaları yapsın” demişti.
Allah'ın takdiri ki, biz de hocamızın bu nasihatlerini aksi yönde almış gibi olduk. Kendimizi önce aile işlerinde ticaretin merkezinde, daha sonra da yoğun aktif siyasi faaliyetler içerisinde bulduk.
Ancak sonraki dönemlerde tekrar yüksek lisansa başladığımı duyunca çok sevindi. Tez konumu sordu, “İnsan-âlem ilişkileri” dediğimde, “Ne demekmiş ilişki! Bırak şu çağdaş kelimeleri, akademik çalışma yapacağız diye dini oyuncağa çeviriyorlar” dedi.
Ben de “teshir ayeti” (Allah, her şeyi sizin emrinize kıldı. İbrahim suresi,32. ayetin) tefsiri deyince “Hah ne güzel bu” demişti.
BİR İLİM DERYASIYDI
Fatih Camii geleneğine uygun olarak, Şifa-i Şerif hadis derslerine çok önem verirdi. 30-40 yıl boyunca da devam etti. Son anına kadar da aksatmadı. Sağlığının bozulmasına rağmen cemaati hiç terk etmedi. Mütevazi kişiliğinden hiç taviz vermedi.
Öğrenciliği adeta bağımlılık yapardı. Talebeleri 20-30 yıl derslerine devam etmişlerdir.
Ömrünün son dönemlerinde yolda yürümede güçlük çekmesine rağmen, Fatih Camii boyacı kapısının hemen yakınındaki evinden camiye kadar koluna birileri girerek yürür ya da arabayla mutlaka camiye, cemaate ve ilim meclisine devam ederdi.
Hoca Efendi’yi camiden çıkıp evine gidinceye kadar kolundan tutan kişilerden biri olmak ne büyük lütuf ne büyük bahtiyarlıktır. Bunu da tarihe not düşelim.
Ziyaretine gelen her yaş ve meslek grubundan insana ısrarla İslami ilimler tahsil etmesini tavsiye ederdi.
Kendi aile fertlerinden bile ilahiyat dışı alanlarda -çok ileri düzeyde eğitim görmüş olsalar bile- üzülerek ifadede bulunur ve “keşke İslami ilimler tahsil etselerdi” diye hayıflanmadan kendini alamazdı.
İlim adamlarında görülen İlmiye sınıfı ile Sufiye sınıfı ayrımının yani tarikat ilim meşrebindeki o keskin çizgiyi en hafife indirmiş ve şahsiyetinde her ikisini mecz etmiş birisiydi. Sofi meşrep insanlara hürmet eder ama kendisi ilim yolunda aslında her iki usulü de birleştiren bir hayatı tercih ederdi.
Öğrencilerine bir yandan gerçek anlamda medrese usulü ilim tahsil etmelerini telkin eder, bir yandan da “O, doktora, tez falan dedikleri şey neyse gidin onları da alın. Sözünüzün her yere tesirli olması için onların da yan cebinizde durması lazım” derdi. Pek çok öğrencisinin günümüz akademi dünyasındaki konumu onun bu tavsiyesinin etkisini göstermektedir.
Emin Saraç Hoca belli dönemlerde ilahiyat camiasında yaygın olan modernizm yaklaşımlarına da adeta ateş püskürür ve derdi ki “Akademisyen demek, “akdem-isyan” isyanın, isyankârın önde gideni ve “akîm-isyân” demektir. Soyu kesik isyankâr Maazallah bu hocalar okuyor okuyor da öğrendikleriyle sadece isyankârlıkları artıyor” derdi.
DÜNYAYA AÇILAN BİR ALİMDİ
Rahmetli Erbakan Hoca ile de gençlik çağlarında birlikte öğrencilik yapmışlardı. Aralarındaki münasebet uzun yıllar devam etmişti. Gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında defalarca görüşmüşler, İslam dünyası ile Türkiye’nin irtibatı için beraber gayret sarf etmişlerdir.
Kendisine milletvekilliği, bakanlık, müdürlük gibi siyasi ve resmî teklifler gelmişse de bunların hiçbirini kabul etmemiş, ayrıca siyasetle aktif ilgilenmemesine rağmen Fazilet’in kapatılma dönemindeki Milli Görüş Hareketi’nin bölünmemesi için en fazla gayret eden âlim olmuştur. Deyim yerindeyse kendini parçaladı, ne çare ki başaramadı.
Hayatı ilme adanmış bir şahsiyet olarak Hoca Efendi kolay kolay cemiyet işlerinde bulunmaz, o işleri “ehline” bırakırdı. Ancak İslam âleminden gelen heyetlerle görüşme bu tavrında istisna idi. Özellikle ESAM’ın her yıl geleneksel olarak düzenlediği “Uluslararası Müslüman Topluluklar Birliği Kongresi’ne” aksatmadan katılırdı. İslam âleminin değişik ülkelerinden gelen insanlarla birebir görüşür, başka ülkelerdeki ilmi faaliyetlere ilişkin bilgi almaktan memnuniyet duyardı. Allah kendisinin yetişmesinde emeği olanlara ve kendisine rahmet eylesin.