Son zamanda Nurettin Yıldız’ın geçmişte ve şimdi söylediği sözlerle gündem oluşturulup, sonuçta Nurettin Yıldız hakkında soruşturma açılmasına kadar olay gittiğini görüyoruz.
Öncelikle Nurettin Yıldız denilen şahsın bundan 8-10 yıl öncesine kadar gidilip tüm konuşmalarının mercek altına alınması bana 28 Şubat günlerini hatırlattı.
Nurettin Yıldız’ın fetvalarına ve yorumlarına katılır veya katılmazsınız. Özgür ve laik bir ülkede yaşadığımıza göre insanların yaptıkları dini yorumlar da kendilerini bağladığı gibi hiçbir kimse üzerinde zorlayıcı bir etkisi yoktur.
Sonuçta insanlar ister Yıldız’ın yorumlarına katılır ve inanır, isterse de diyanetin verdiği fetva ve yorumlarla hareket eder. Bir insan dini şöyle veya böyle yorumladı diye hakkında soruşturma açmak, ona ceza vermek çağdaş ve uygar demokrasilerin işi değildir.
Şayet bu yol açılırsa diyanetin yorumlarından farklı bir yorum getiren herkesin ve her mezhebin başı belada demektir. Bu da ilmi ve bilimsel çalışmaların sonu demek olur.
Kaldı ki merak edenler Diyanet’in Nisa suresinin 34. ayetini nasıl yorumladığını açıp okumalarını tavsiye ederim. Orada kadın dövmenin fetvasını bulabilirler. O zaman ne yapacağız?
Yıldız veya Diyanetin eleştirileri Devlet erkanı tarafından değil, bu konuda yeterliliği kanıtlanmış ilim adamları tarafından yapılmalıdır/yapılabilir.
İnançlar ise cezalarla susturulmaz ancak yeni mağduriyetler oluşturur.
İslamın güncellenmesi meselesine gelince buna yüzde yüz katılıyorum.
Kur’anı tarihsel bağlamından koparıp aynen zamanımıza taşıdığınızda bu sorunlar kaçınılmaz hale gelir. İndiği Arap toplumunun adet ve geleneklerini ilga etmeden sadece tevhid inancına göre birçok düzenleme Kur’anda mevcuttur.
Oradaki gerek cezai hükümler, gerekse de kadınların konumları ve mirasla ilgili hükümler genellikle indiği Arap toplumunun geleneklerinde var olan ancak yaşanan krizleri düzenleyen hükümlerdir.
Kur’an odaklandığı Allah’ı birlemek olan tevhid inancına yoğunlaşmış, o topluma geleneklerinde var olan kültürlerine ve yaşantılarına dokunmamıştır.
Öyle ki kendi aralarında anlattıkları hikayelerine bile dokunmayarak sadece şirkten kaynaklanan kısımları düzeltme gereği duymuştur.
Kur’an 23 yılda tedricen ve ihtiyaçlara göre inmiş, toplumu düzenlemiş, yepyeni bir toplum inşa etmiştir. Bilindiği gibi hayat dinamik ve akışkan bir yapıya sahiptir. Toplumlar 23 yıl sonra donuklamamış ve hayatın değişkenliği devam etmiş olduğuna göre ne yapılması gerekir.
İşte ilim insanları burada ortaya çıkar ve yeni güncellemeler Kur’anın ruhuna uygun olarak yapılır. Bu zaten Hz. Ömer döneminden başlamış ve bir kısım uygulamalar değiştirilmiştir.
İslam Tarihini biraz inceleyenler bunları rahatlıkla müşahede eder.
İslami uygulamaları Hz. Peygamber döneminde dondurursanız gidebileceğiniz yol çıkmaz sokak olur. Müslümanların birçok zamana uygun sorunları çözümsüzlüğe mahkum olup, ikilemler yaşanmaya başlanır.
Olaylara birde bu gözle bakmak gerekir diye düşünmekteyim.
Öncelikle Nurettin Yıldız denilen şahsın bundan 8-10 yıl öncesine kadar gidilip tüm konuşmalarının mercek altına alınması bana 28 Şubat günlerini hatırlattı.
Nurettin Yıldız’ın fetvalarına ve yorumlarına katılır veya katılmazsınız. Özgür ve laik bir ülkede yaşadığımıza göre insanların yaptıkları dini yorumlar da kendilerini bağladığı gibi hiçbir kimse üzerinde zorlayıcı bir etkisi yoktur.
Sonuçta insanlar ister Yıldız’ın yorumlarına katılır ve inanır, isterse de diyanetin verdiği fetva ve yorumlarla hareket eder. Bir insan dini şöyle veya böyle yorumladı diye hakkında soruşturma açmak, ona ceza vermek çağdaş ve uygar demokrasilerin işi değildir.
Şayet bu yol açılırsa diyanetin yorumlarından farklı bir yorum getiren herkesin ve her mezhebin başı belada demektir. Bu da ilmi ve bilimsel çalışmaların sonu demek olur.
Kaldı ki merak edenler Diyanet’in Nisa suresinin 34. ayetini nasıl yorumladığını açıp okumalarını tavsiye ederim. Orada kadın dövmenin fetvasını bulabilirler. O zaman ne yapacağız?
Yıldız veya Diyanetin eleştirileri Devlet erkanı tarafından değil, bu konuda yeterliliği kanıtlanmış ilim adamları tarafından yapılmalıdır/yapılabilir.
İnançlar ise cezalarla susturulmaz ancak yeni mağduriyetler oluşturur.
İslamın güncellenmesi meselesine gelince buna yüzde yüz katılıyorum.
Kur’anı tarihsel bağlamından koparıp aynen zamanımıza taşıdığınızda bu sorunlar kaçınılmaz hale gelir. İndiği Arap toplumunun adet ve geleneklerini ilga etmeden sadece tevhid inancına göre birçok düzenleme Kur’anda mevcuttur.
Oradaki gerek cezai hükümler, gerekse de kadınların konumları ve mirasla ilgili hükümler genellikle indiği Arap toplumunun geleneklerinde var olan ancak yaşanan krizleri düzenleyen hükümlerdir.
Kur’an odaklandığı Allah’ı birlemek olan tevhid inancına yoğunlaşmış, o topluma geleneklerinde var olan kültürlerine ve yaşantılarına dokunmamıştır.
Öyle ki kendi aralarında anlattıkları hikayelerine bile dokunmayarak sadece şirkten kaynaklanan kısımları düzeltme gereği duymuştur.
Kur’an 23 yılda tedricen ve ihtiyaçlara göre inmiş, toplumu düzenlemiş, yepyeni bir toplum inşa etmiştir. Bilindiği gibi hayat dinamik ve akışkan bir yapıya sahiptir. Toplumlar 23 yıl sonra donuklamamış ve hayatın değişkenliği devam etmiş olduğuna göre ne yapılması gerekir.
İşte ilim insanları burada ortaya çıkar ve yeni güncellemeler Kur’anın ruhuna uygun olarak yapılır. Bu zaten Hz. Ömer döneminden başlamış ve bir kısım uygulamalar değiştirilmiştir.
İslam Tarihini biraz inceleyenler bunları rahatlıkla müşahede eder.
İslami uygulamaları Hz. Peygamber döneminde dondurursanız gidebileceğiniz yol çıkmaz sokak olur. Müslümanların birçok zamana uygun sorunları çözümsüzlüğe mahkum olup, ikilemler yaşanmaya başlanır.
Olaylara birde bu gözle bakmak gerekir diye düşünmekteyim.
