Kur’ân’da “îman etmek” ifâdesi, sürekli olarak: “Allah’a ve Resûlüne îman” şeklinde söylenir. Bu, “îman edip sâlih amel işlemek” demektir. O hâlde îman, “Allah’a ve Resûlü’ne îman etmek”, yâni “vahye ve sünnete göre yaşamak” demektir: “Allah ve Resûlü, bir işe hükmettiği zaman, mü’min bir erkek ve mü’min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resûlü’ne isyân ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır” (Ahzâp 36) “Îman etmek için amele gerek yoktur” diyorlar. Amel kişinin keyfine kalmış bir şey mi o zaman?. Îman amele zorlar. Yoksa kimse amelde bulunmaz. Îman ne kadarsa, o oranda samîmi ve ciddî bir şekilde amel eder kişi ve hattâ bu uğurda malını ve canını bile fedâ edebilir. Yâni kişiyi amele-eyleme sevk-eden şey îmandır. Yoksa îman etmekle etmemek arasında nasıl bir fark olacak ki?. Gerçekten îman edip etmeyenler nasıl ayrılacak?. Mü’minin alâmeti fârikası ameldir. Meselâ namaz bir ameldir ve îmânın bir uzantısıdır. “Bu alanda münâfıklık yapılabilir” denilirse, infâk ve cihadı (kıtâl) örnek verebiliriz. İşte infâk ve cihad gerçek bir îmânın olduğunu gösterir. Yoksa insan canını niye fedâ eder ki?. Kişiye canını fedâ etmeyi kolaylaştıran şey, âhirete olan îmânıdır. “Ben îman ediyorum” deyip de Allah’ın hiç-bir dediğini yapmamak nasıl bir îmandır?. Amel ve eylem üzre olmak, “îmânın turnusol kâğıdı”dır. İnfâk etmek, îmânın en güçlü ispatlarından biridir. Çünkü gerçekten de bir şeyleri fedâ etmenin göstergesidir. O hâlde îman, kişiyi zora sokacak, yaptığında acıtacak şeyleri göze alabilmektir. Îman, îmandan önce göze alınamayan şeylerin, îmanla birlikte göze alınabilmesidir. Bunu sağlayan şey, îmânın kazandırmış olduğu cesâret ve bilinçtir. Şimdi karşımızda biri olduğunu varsayarak iki tâne soru soralım. Daha doğrusu aynı soruyu arka-arkaya iki kere soralım ve cevaplarını da yine biz verelim: -Îman ediyor musun?. -Evet. -Îman ediyor musun?. -Hayır. Aynı kişi arka-arkaya sorulan “îman ediyor musun?” sorusuna, arkaya-arkaya “evet” ve “hayır” cevâbını verse, hangisini “doğru” kabûl edeceksiniz?. Amele dönmeden bu soruya doğru bir cevap verilemez-alınamaz. Bu nedenle îmânın olup-olmadığının ispâtı, insan katında (Allah katında değil), amel üzerinden gözükür. Allah da böyle bir îmandan râzıdır zâten. Sâdece “îman ettim” demekle oluyorsa, dilsiz ve sağır olanlar îman etmemiş mi olacaklar?. Çünkü onlar “îman ettim” sözünü dile getiremiyorlar. Peki onların îman edip-etmediklerini nereden anlayacağız?. Tabî ki onların amellerinden anlayacağız. Amelde bulunuyorlarsa, amel-eylem üzre olmayı bir ömür-boyunca sürdürebiliyorlarsa ve bu uğurda bir-çok fedâkârlıkta bulunabiliyorlarsa “îman etmişler” demektir. Îman bir iddiâdır ve tüm iddiâlar ispât ister. O ispat, amel ile olur ancak. Ölüm ânında yapılan “son-dakika îmânı” geçersizdir. Çünkü artık îmânın delili olan amele zaman kalmamıştır. İmtihan bitmiştir: “Biz, İsrâiloğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): ‘İsrâiloğullarının kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım ve ben de müslümanlardanım’ dedi” (Yûnus 90). “Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: ‘Ben şimdi gerçekten tevbe ettim’ diyenler, ne de kâfir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azab hazırlamışızdır” (Nîsâ 18). Îmânın kaynağı, fıtrat alt-yapısı ve bu alt-yapıya uygun olan vahiy üst-yapısıdır. Vahiy bizim îman etmemize ve îmânımızın artmasına vesîle olur ve bizi “îman üzre” kılar. Îman üzre olmak, “amel-eylem üzre olmak” demektir. İşte bunun kaynağı da sünnettir. Eylemin kaynağı sünnettir ve biz amelimizi en iyi şekilde sünnete bakarak yapabiliriz. Sünnet bir tarzdır, vahyi anlama ve amele-eyleme dökme tarzı ve kılavuzu. İşte budur evrensel olan. Bu tarzı biz de tüm zamanlarda ve mekânlarda sergileyebiliriz ve îmânımızı ispât etmiş oluruz. Evet; demek ki “îmânın sâdece bilgisi” îman değildir. Îman, îmânın bilgisinden sonra amel ve eylemidir. Bu amel ise, herhangi bir hareket değil, “sâlih bir amel”dir. Mehmet Okuyan: “Bir inanç, sâlih-amel ile desteklenirse ona “îman” derler. Bir davranış da, îmanlı yapılırsa, ona sâlih-amel derler. Îman ve sâlih-amel, aynı hakîkatin iki parçasını oluşturur. Biri diğerinden bağımsız değildir. Sâlih-amel yoksa o inanca “îman” demezler” der. “Asra andolsun!; Gerçekten insan, ziyandadır. Ancak “îman edip sâlih amellerde bulunanlar”, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka” (Asr Sûresi). En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Yazarlar
Yayınlanma: 06 Mart 2018 - 14:54
İman ve Amel-2
Kur’ân’da “îman etmek” ifâdesi, sürekli olarak: “Allah’a ve Resûlüne îman” şeklinde söylenir
Yazarlar
06 Mart 2018 - 14:54