Hatay Türkiye´nin en önemli eski yerleşim yerlerinden biridir. Yapılan arkeolojik araştırmalarda milattan önce 100.000 ile 40.000 yılları arasına tarihlenen bulgulara ulaşılmıştır. İl toprakları ilk tunç çağından itibaren Akat beyliği ve M.Ö. 1800-1600 yıları arasında Yamhad krallığına bağlı bir beyliğin sınırları içerisinde yer almıştır. Daha sonra M.Ö. 17. yüzyıl sonlarında Hititler´in ve M.Ö. 1490 yıllarında Mısır´ın egemenliğine girmiştir. Ardından Urartular, Asurlular ve Persler´in egemenliğine girdi. M.Ö. 300 yılında Antakya kurulmuş ve kent hızla gelişmiştir.
Kent M.Ö. 64 yılında Roma İmparatorluğu´na katılmış ve imparatorluğun Suriye eyaletinin başkenti olmuştur. İl toprakları M.S. 638 yılında İslam ordusu tarafından fethedilmiş, Emevi ve Abbasi egemenliğinde kalmıştır. Daha sonra 877 de Tolunoğulları´nın fethettiği topraklar sırayla İhşitler ve Selçuklular tarafından yıkılan Halep merkezli Hamdanoğulları (Beni Hamdan) egemenliğine girdi. 969 yılında Bizans imparatorluğunun topraklarına katılan il, Haçlı seferleri sırasında da önemli rol oynamıştır. Antakya Memluklar tarafından Haçlıların elinden alınmıştır (18 Mayıs 1268). 1516´da Yavuz Sultan Selim bu toprakları ele geçirmiş ve Osmanlı Dönemi başlamıştır.
İl topraklarının yüzölçümü 5403 kilometrekare ve nüfusu 1997 sayımına göre 1.192.393 ve 2000 sayımına göre de 1.256.726 kişidir. Nüfus artış hızı yaklaşık olarak %1,2’dir. İl topraklarının % 46’sını dağlar, %33 ünü ovalar ve %20 sini platolar oluşturur. İl topraklarının en önemli yükseltisini kuzey-güney hattında uzanan Amanos dağları (Gavur dağları ve Nur dağları olarak da bilinir) oluşturur. Bu sıradağların en yüksek noktası ise Mığırtepe (2240 m.)dir. Diğer önemli yükseltiler Ziyaret Dağı ve Keldağ (Arapça Cebel Akra´ ya da Latince Casius. 1739 m.)dır. Hatay´ın en önemli akarsuyu olan Asi Nehri (Orontes) Lübnan dağları ve Anti-Lübnan dağları arasındaki Bekaa vadisinde kaynayan akarsuların birleşmesiyle oluşur, Suriye topraklarından geçerek ilin güneydoğu sınırlarından girer ve Samandağ yakınlarında delta oluşturarak Akdeniz´e dökülür.
Surla çevrili şehrin fiziki yapısına gelince; XVI. yüzyılda Antakya´da Meydan Hamamı, Cündî Hamamı, Beyseri Hamamı ve Mehmed Paşa vakfı bir diğer hamam daha bulunuyor, ayrıca şehir içinde ve Asi nehri üzerinde çeşitli değirmenler yer alıyordu. Değirmenlerin bir kısmı Memlûk döneminden kalmaydı. 1570 tahririne göre Antakya´da bir bedesten vardı ve bu yapı içinde 101, dışında da iki dükkâna sahipti. İbn Debbûs mahallesinde ise alt katında yirmi sekiz, üst katında yirmi iki oda ve iki dükkân bulunan bir han vardı. Cafer Ağa vakfı olan Hân-ı Sebil, yolcu ve hacıların yanı sıra devlet memurlarının da kaldığı oldukça lüks bir konaklama yeriydi. Ayrıca şehirde Cebel-i Ahmer´deki (Kızıldağ) karlıklardan getirilen buz ve kar da satılıyor ve geniş bir alıcı kitlesi buluyordu.
Şehir etrafındaki köylerde ise pirinç ziraatı önem kazanmıştı. XVII. yüzyılın sonlarında Antakya´da vakıfları olan cami ve mescid sayısı yirmi sekize ulaşıyordu. Bunlar arasında Habîb-i Neccâr Camii ve Zaviyesi, Câmi-i Kebîr, Erdebilî Camii, İbn Sûff Mescidi, Kubbeli Mescit, Yûnus Fakih Camii ve Saru Mahmut Şönbik, Debâğa Kastal. Meydan. Mukbil. Şuğurluoğlu. Numan. Ağca, Hamamcıoğlu ve Şeyh Necm, Şeyh Haliloğlu, Basaliye ve İmaran gibi bazıları mahalle ismi taşıyan mescidler sayılabilir. Ayrıca Kapıağası Cafer Ağa Muallimhanesi, Fârisiye Medresesi, Ömer b. Ya´küb b. Ahmed b. Mansür´un Gaziliye Berrâniye Bukası, Meydan´da Mağribiye Zaviyesi bulunuyordu.