Seçim çalışmalarında kullanılan “değiştir” sloganına karşılık olmasını sıkça karşılaştığımız, “Daha iyisi mi gelecek?” sorusu zihinlerde bir korkunun yansıması olarak yer edinmiş.
Üzülerek belirtmek gerekir ki seçmenin üzerindeki bu korku, idarenin ördüğü ağdan kaynaklanıyor. Dış ve iç düşman bolluğu içerisinde halka sürekli bir endişe ve korku pompalanıyor. “Biz gidersek ülke yıkılır, biter, dağılır!”
İktidar partilerinin kendilerini “vazgeçilmez gösterme” arzusu bir yere kadar anlaşılabilir. Ancak ülkenin kamplaştırılması, FETÖ ve Çözüm Süreci gibi en büyük suçlusu olduğu konularda bile rakiplerini suçlama pişkinliğiyle zeytinyağı gibi üste çıkmasını anlamak mümkün değil.
Aldatılmak ve aldatmak ikileminde yıllardır sürüklenen halk kitlelerinin bakışındaki iyimserlik de dikkat çekici. Bir insan, hayatındaki herhangi birinin kaç defa aldatmasına izin verir veya buna ne kadar tahammül edebilir?
Gelelim daha iyisi mi gelecek? sorusunun cevabına. İktidarların iç-dış politika, ekonomi ve sosyal hayatı yönetmeleri temel görevleridir. Bu açıdan bakıldığında;
Ekonomi: vatandaş çarşı pazara çıktığında birkaç ay önceki fiyatlarla şimdiki durum arasındaki farkı yakından gözlemliyor. Bu direk cebe yansıyan kısmı.
Hazinenin durumu ise; “Cari açık, Nisan verileriyle son 12 aylık dönemde 57 milyar 73 milyon dolar oldu.” Bu rakam bir şeylerin yanlış gittiğini gösteriyor. Üretim kanallarının tıkandığını, fabrikaların kapandığını, işsizliğin had safhada olduğunu, reel enflasyonun sanılandan çok yüksek olduğunu, borç batağında olduğumuzu… Nereden tutarsanız elinizde kalıyor.
Yatırım politikalarının betonlaşmaya yönelik olduğu, üretime yönelik faaliyetlerin dibe vurduğu bir ekonomi politikası sürdürülemez. Araç geçiş garantili köprü de zaten trajikomik bir durum.
Sağlık: Sağlık sektöründeki görece iyileşmelere diyecek sözümüz yok. Ancak sağlık sektörünün şehir hastaneleri projeleriyle bir ranta çevrildiğini de söylemek mecburiyetindeyiz. Bu durum belli bir süre sonra patlama noktasına gelecek. Zira “hasta sayısı üzerinden verilen garanti” bütçeye ciddi bir yük olarak geri dönmektedir. Ayrıca şehrin bir yerine mecburiyet hastanesi gibi devasa bir yapı yapmaktansa şehrin her bir köşesine orta büyüklükte daha rahat hareket edilebilir, ulaşılabilir ve kontrol edilebilir bir hastaneler zinciri yapmak daha akılcı değil miydi?
Eğitim: Eminim (AK Partili dostlarımız da dâhil) makul kitle, hükümetin en başarısız olduğu alanın eğitim olduğunu itiraf edeceklerdir. Her yıl değişen ortaöğretim ve yükseköğretime geçiş sınavları, öğretmen atamalarındaki karmaşa ve gayr-i adil durum, yönetici atamalarındaki yandaşlık kriteri, bir türlü istenilen seviyeye gelemeyen eğitimin fiziksel şartları, müfredattaki tutarsızlıklar…
Yükseköğretim; sonu gelmeyen sorunlar yumağı.
Gençler mezun oldukları alanla ilgili iş bulamıyor.
Akademisyenler yarış atı gibi boş yere koşturuluyor. Bir yandan da akademik ve bilimsel faaliyetlere ayrılan fonlar tek tek kesiliyor. Böylece üniversitelerden bir türlü bilimsel ve teknolojik katkılar gelmiyor…
Gençlerimizin kötü alışkanlıkların pençesinde olması, çocuk suçluların artışı, cezaevindeki mahkûm sayısındaki patlama, kadına ve çocuğa yönelik her türlü şiddet ve cinayetler, boşanma oranları; eğitim sistemimizin bir ürünü olarak önümüze çıkmaktadır.
Dış Politika: Irak, Suriye ve Mısır politikalarımızın çökmüş olması devasa bir başarısızlıklar zincirinin birer halkasıdır. Rusya ve Amerika arasında gidip gelen kafa karışıklığı ve nihayet ABD-İsrail güdümündeki karar alma mekanizmaları. BOP, İncirlik ve diğer yabancı askeri üstlerin varlığı, Mavi Marmara, Rus uçağının düşürülmesi sonrası yaşanılan kriz, göç dalgası, mülteci sorunu… Ve tabi her seçim kampanyasında Gazze’de patlayacak havai fişekler(!)...
Sonuç olarak, 16 yılın sonunda ülkeye “millet bahçesiyle, çay ve kekin bedava olduğu kıraathane” vaatleri ülkenin nereye geldiğini gösteriyor.
Böyle gitmemeli, değişmeli/değiştirmeliyiz.
Üzülerek belirtmek gerekir ki seçmenin üzerindeki bu korku, idarenin ördüğü ağdan kaynaklanıyor. Dış ve iç düşman bolluğu içerisinde halka sürekli bir endişe ve korku pompalanıyor. “Biz gidersek ülke yıkılır, biter, dağılır!”
İktidar partilerinin kendilerini “vazgeçilmez gösterme” arzusu bir yere kadar anlaşılabilir. Ancak ülkenin kamplaştırılması, FETÖ ve Çözüm Süreci gibi en büyük suçlusu olduğu konularda bile rakiplerini suçlama pişkinliğiyle zeytinyağı gibi üste çıkmasını anlamak mümkün değil.
Aldatılmak ve aldatmak ikileminde yıllardır sürüklenen halk kitlelerinin bakışındaki iyimserlik de dikkat çekici. Bir insan, hayatındaki herhangi birinin kaç defa aldatmasına izin verir veya buna ne kadar tahammül edebilir?
Gelelim daha iyisi mi gelecek? sorusunun cevabına. İktidarların iç-dış politika, ekonomi ve sosyal hayatı yönetmeleri temel görevleridir. Bu açıdan bakıldığında;
Ekonomi: vatandaş çarşı pazara çıktığında birkaç ay önceki fiyatlarla şimdiki durum arasındaki farkı yakından gözlemliyor. Bu direk cebe yansıyan kısmı.
Hazinenin durumu ise; “Cari açık, Nisan verileriyle son 12 aylık dönemde 57 milyar 73 milyon dolar oldu.” Bu rakam bir şeylerin yanlış gittiğini gösteriyor. Üretim kanallarının tıkandığını, fabrikaların kapandığını, işsizliğin had safhada olduğunu, reel enflasyonun sanılandan çok yüksek olduğunu, borç batağında olduğumuzu… Nereden tutarsanız elinizde kalıyor.
Yatırım politikalarının betonlaşmaya yönelik olduğu, üretime yönelik faaliyetlerin dibe vurduğu bir ekonomi politikası sürdürülemez. Araç geçiş garantili köprü de zaten trajikomik bir durum.
Sağlık: Sağlık sektöründeki görece iyileşmelere diyecek sözümüz yok. Ancak sağlık sektörünün şehir hastaneleri projeleriyle bir ranta çevrildiğini de söylemek mecburiyetindeyiz. Bu durum belli bir süre sonra patlama noktasına gelecek. Zira “hasta sayısı üzerinden verilen garanti” bütçeye ciddi bir yük olarak geri dönmektedir. Ayrıca şehrin bir yerine mecburiyet hastanesi gibi devasa bir yapı yapmaktansa şehrin her bir köşesine orta büyüklükte daha rahat hareket edilebilir, ulaşılabilir ve kontrol edilebilir bir hastaneler zinciri yapmak daha akılcı değil miydi?
Eğitim: Eminim (AK Partili dostlarımız da dâhil) makul kitle, hükümetin en başarısız olduğu alanın eğitim olduğunu itiraf edeceklerdir. Her yıl değişen ortaöğretim ve yükseköğretime geçiş sınavları, öğretmen atamalarındaki karmaşa ve gayr-i adil durum, yönetici atamalarındaki yandaşlık kriteri, bir türlü istenilen seviyeye gelemeyen eğitimin fiziksel şartları, müfredattaki tutarsızlıklar…
Yükseköğretim; sonu gelmeyen sorunlar yumağı.
Gençler mezun oldukları alanla ilgili iş bulamıyor.
Akademisyenler yarış atı gibi boş yere koşturuluyor. Bir yandan da akademik ve bilimsel faaliyetlere ayrılan fonlar tek tek kesiliyor. Böylece üniversitelerden bir türlü bilimsel ve teknolojik katkılar gelmiyor…
Gençlerimizin kötü alışkanlıkların pençesinde olması, çocuk suçluların artışı, cezaevindeki mahkûm sayısındaki patlama, kadına ve çocuğa yönelik her türlü şiddet ve cinayetler, boşanma oranları; eğitim sistemimizin bir ürünü olarak önümüze çıkmaktadır.
Dış Politika: Irak, Suriye ve Mısır politikalarımızın çökmüş olması devasa bir başarısızlıklar zincirinin birer halkasıdır. Rusya ve Amerika arasında gidip gelen kafa karışıklığı ve nihayet ABD-İsrail güdümündeki karar alma mekanizmaları. BOP, İncirlik ve diğer yabancı askeri üstlerin varlığı, Mavi Marmara, Rus uçağının düşürülmesi sonrası yaşanılan kriz, göç dalgası, mülteci sorunu… Ve tabi her seçim kampanyasında Gazze’de patlayacak havai fişekler(!)...
Sonuç olarak, 16 yılın sonunda ülkeye “millet bahçesiyle, çay ve kekin bedava olduğu kıraathane” vaatleri ülkenin nereye geldiğini gösteriyor.
Böyle gitmemeli, değişmeli/değiştirmeliyiz.