Kulluğun özü, iliği duadır”1 hadis-i şerifinden tanımını ve konumunu öğrendiğimiz dua ve yakarış konusunda kimi müslümanların pek mâhir/becerikli olduğu, kimi müslümanların da neyi, nasıl isteyeceklerini bir türlü bilemedikleri ve bundan şikayetçi/mustarip oldukları bilinmektedir.
Esasen dua âyetleri ve hadis-i şeriflerdeki dua örnekleri bu konuda ümmetin işini kolaylaştırmaktadır. Onları öğrenmiş olmak bilgiyi; yerine göre seçip dillendirmek de bilinç ve beceriyi gerektirmektedir.
Pek tabii olarak, kulluğun göstergesi olan duanın kabul görmesi için samimiyet/gönül ürünü olması gerekir.
Duanın özüne ve uygulama şekline yönelik pek çok nitelik-kural ve özellikten söz etmek mümkündür. Biz burada bilinç göstergesi ve pek ilginç (sıra dışı da denilebilir) yaşanmış bir dua örneğini hem ibret hem de hikmet bakımından paylaşmak istiyoruz. Olay şudur:
Hz. Ömer radıyallahu anh’ın yanında bir kişi;
– ‘Ya Rabbi! Beni azlardan eyle,’ diye dua etti. Ömer;
– Bu nasıl dua? diye sordu. O kişi de,
– Duydum ki Allah Teâlâ, “Kullarımdan şükredenler azdır” buyurmuş. Ben, beni işte o “azlar”dan kılmasını istiyorum, diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer,
– Herkes Ömer’den daha bilgili!2 dedi. Dua sahibinin bilincini ve yaklaşımını böylece takdir etti.
Bu ilgi çekici olayda söz konusu olan âyet-i kerime 34. Sebe’ Sûresi’nin 13. âyetidir. Bu âyetin ön kısmında Hz. Davud ve Hz Süleyman’a verilen ilâhi ikram ve imkanlar hatırlatılmakta sonra da “Ey Davud hanedânı! Şükür için/içinde çalışın. Doğrusu, kullarımdan gereği gibi şükredenler pek azdır” buyrulmaktadır.
Müslümanlığın hem dünyada hem de ahirette tadını çıkarmak ve müslümanlara va’dolunmuş bulunan güzelliklere kavuşmak isteyen başta sahâbiler olmak üzere duyarlı müslümanlar zaman zaman pek de alışık olunmayan dilek, davranış ve söylemlerde bulunabilmektedirler. Bu olay da onlardan biridir.
Hemen herkesin uzun uzun yakarıp çok şey istemesinin normal karşılandığı dua ve niyaz halinde “azlardan olmayı” dilemek doğrusu pek de akla gelebilecek bir şey değildir. Koca halife Hz. Ömer’in, böyle bir duayı duyar duymaz, “bu nasıl bir dua?” diye garipsemesi, yapılan duayı, sözünü ettiğimiz genel anlayış ve uygulamanın dışında bir istek olarak görmesinin sonucudur.
Alışılmış olanın her zaman ve herkes için genel bir erdem olarak kabul görmeyeceği, farklı nitelikte olan söylem ve uygulamaların da fevkalâde olumlu nedenlere dayalı ve takdire şayan bir anlayış ve bilincin ifadesi olabileceği esasen garipsenecek bir durum değildir. Nitekim Hz. Ömer, duyduğu tuhafına giden duanın, bir âyet-i kerimeden mülhem ve muktebes olduğunu, o zatın, “duydum ki Allah Teâlâ, “Kullarımdan şükredenler azdır” buyurmuş, beni işte o “az” olan kullarından eylemesini istiyorum” cevabından öğrenince, hemen oracıkta, “herkes Ömer’den daha bilgili” diye durumu değerlendirmiştir. Bu suretle hem o müslümanı takdir etmiş hem de büyük bir tevâzu ile kendisine yönelik özeleştiride bulunmuş, büyüklük göstermiştir.
Esasen dua âyetleri ve hadis-i şeriflerdeki dua örnekleri bu konuda ümmetin işini kolaylaştırmaktadır. Onları öğrenmiş olmak bilgiyi; yerine göre seçip dillendirmek de bilinç ve beceriyi gerektirmektedir.
Pek tabii olarak, kulluğun göstergesi olan duanın kabul görmesi için samimiyet/gönül ürünü olması gerekir.
Duanın özüne ve uygulama şekline yönelik pek çok nitelik-kural ve özellikten söz etmek mümkündür. Biz burada bilinç göstergesi ve pek ilginç (sıra dışı da denilebilir) yaşanmış bir dua örneğini hem ibret hem de hikmet bakımından paylaşmak istiyoruz. Olay şudur:
Hz. Ömer radıyallahu anh’ın yanında bir kişi;
– ‘Ya Rabbi! Beni azlardan eyle,’ diye dua etti. Ömer;
– Bu nasıl dua? diye sordu. O kişi de,
– Duydum ki Allah Teâlâ, “Kullarımdan şükredenler azdır” buyurmuş. Ben, beni işte o “azlar”dan kılmasını istiyorum, diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer,
– Herkes Ömer’den daha bilgili!2 dedi. Dua sahibinin bilincini ve yaklaşımını böylece takdir etti.
Bu ilgi çekici olayda söz konusu olan âyet-i kerime 34. Sebe’ Sûresi’nin 13. âyetidir. Bu âyetin ön kısmında Hz. Davud ve Hz Süleyman’a verilen ilâhi ikram ve imkanlar hatırlatılmakta sonra da “Ey Davud hanedânı! Şükür için/içinde çalışın. Doğrusu, kullarımdan gereği gibi şükredenler pek azdır” buyrulmaktadır.
Müslümanlığın hem dünyada hem de ahirette tadını çıkarmak ve müslümanlara va’dolunmuş bulunan güzelliklere kavuşmak isteyen başta sahâbiler olmak üzere duyarlı müslümanlar zaman zaman pek de alışık olunmayan dilek, davranış ve söylemlerde bulunabilmektedirler. Bu olay da onlardan biridir.
Hemen herkesin uzun uzun yakarıp çok şey istemesinin normal karşılandığı dua ve niyaz halinde “azlardan olmayı” dilemek doğrusu pek de akla gelebilecek bir şey değildir. Koca halife Hz. Ömer’in, böyle bir duayı duyar duymaz, “bu nasıl bir dua?” diye garipsemesi, yapılan duayı, sözünü ettiğimiz genel anlayış ve uygulamanın dışında bir istek olarak görmesinin sonucudur.
Alışılmış olanın her zaman ve herkes için genel bir erdem olarak kabul görmeyeceği, farklı nitelikte olan söylem ve uygulamaların da fevkalâde olumlu nedenlere dayalı ve takdire şayan bir anlayış ve bilincin ifadesi olabileceği esasen garipsenecek bir durum değildir. Nitekim Hz. Ömer, duyduğu tuhafına giden duanın, bir âyet-i kerimeden mülhem ve muktebes olduğunu, o zatın, “duydum ki Allah Teâlâ, “Kullarımdan şükredenler azdır” buyurmuş, beni işte o “az” olan kullarından eylemesini istiyorum” cevabından öğrenince, hemen oracıkta, “herkes Ömer’den daha bilgili” diye durumu değerlendirmiştir. Bu suretle hem o müslümanı takdir etmiş hem de büyük bir tevâzu ile kendisine yönelik özeleştiride bulunmuş, büyüklük göstermiştir.